İzleyiciler

6 Eylül 2010 Pazartesi

istanbul'da tünel kazma



Erkekliğin iğdiş edilmesinin içselleştirilmesini takiben ortaya çıkan vasat özgürlüğün eşit-siz paylaşılması insan türünün sahip olduğu ahlak, erdem, iyilik gibi kavramların yeniden yaratımını çarpıtıp sınarken toplumun sahip olduğu genel ahlaksızlığın üzerini bu çarpıtma ile örten o esrarlı birliktelik duygusunun temellerini oluşturan gücün, temsilini bayrakta bulan bir iç güdünün bir alfa şempazesinin başına gelenler gibi erkeklik organlarının patlatılmış bir iktidarın, mertçe olmayan yöntemler ile yeniden kurgulanmasını vurgular. Amerikan bayrağını tutan bu grup, yıkılmış, iğdişe uğramış erkekliğinin iktidarsızlığını histerik bir topluluğun eliyle yeniden kurmaya çalışmaktadır. İktidarsızlığın elbirliği ile saklanılmaya çalışıldığı bu düşme hali bayrak havada tutulur anlamının altında aslında var olmayan ve sadece görüntüden ibaret olan bir erkek iktidarını sahneye koymaktadır. Bireyin sahip olduğu gücün bu topluluğun elleri ile yok edilişi çağın her yanını sarmış olan ne söylediğinin değil nasıl söylediğinin önemli olduğu söyleminin kısır iktidarını buraya taşımaktadır. Çok basitleştirilmiş anlamda tek başına çalışan insan figürü daha gerçek sözler söyleyecektir.



Savaşçı, yaşam mücadelesi veren erkek figürü üretken olduğu kadar barışçıl olan bir figürü güçlendirirken iktidarın bireylerin tek tek özgürlüğünden ve özgür eşitlerin kendi bireysel savaşçı güçlerinden kaynaklandığını, yaşamda güçlü bir şekilde ayakta duruşun bireylerin kendi kurtuluşlarından geçtiğini ifade etmektedir. İnsanlar kendilerine yönelmiş toplumsal her tür şiddetin sembollerini üzerinde taşıyan bireyselleşmiş bir tehditin şekil bulmasını daha anlaşılır bulmakta ve ondan çekinmektedirler. Kadın düşkünü, asalak ve çıkarcı Fyodor Pavloviç Karamazov'un resmine giydirlmiş bir tehditin aslında aklı iğdiş edilmiş bir erkeğin korkak saldırganlığından başka bir şey olmadığı anlaşılmaktadır. Üzerine geçirdiği dar kesimli ve kendine ait olmayan ceketiyle kendisini çar ilan eden Pugaçev gibi(Yüzbaşının Kızı romanında kazakların başı olduğunu söyleyip çarlığını ilan eden karakterdir.) Halk önderliğine soyunmakta ve kendi soyluluğunu ilan etmektedir. Resim bunu tasvir etmektedir.

(1917'de ilk defa yayınlanan poster I. Dünya Savaşında ve II. Dünya Savaşında gönüllü askerler için kullanılmıştır.)


Erkekliğe doğru yönelmiş her tür arzunun kısır olduğunun kabulü hem cinsler arasında evlenmeye izin verilmenin ortaya koyduğu açık eylem üstün insana yönelmiş kadının ordular kurarak ona, erkeğe hükmetmesinin tek yolunu vermesinin yeni bir şey olduğu sanısı büyük biraderin resminin can alıcılığı altında yenileştirilmektedir. Tekrar tekrar, bıkıp usanmadan kurulan ordular kıyıma uğrayıp yok olurken erkekliğe karşı oluşturulan bu saldırı kral lir'in edebi karakterinde erkin sinsi dişil yanı ile ışık bulurken geçmiş tarihlerde de erosa yönelmiş iğdişi başarısız bir şekilde saklamak istemektedir. Ayrıca tüm bu dönemin edebi ifadesinin bu kadar net olmasının altında yatan kadınsal üretkenliğin yüceltilmesine karşın erkek üretkenliğinin sürece yayılmış durumunun dışlanıp horlanmasıyla ilintilidir. Anne figürünün çocuğun doğuşu ile vücut bulması ve babalığın erkeğin yaradılıştan getirdiği bir özellik olması göz ardı edilmemelidir. Barış içinde birlikte yaşama yönelmiş olan saldırı erkeği var eden annelerde eksik olan bu pay ile de ilgili olması muhtemeldir. Histerik istekler ile kadınsal üretimin kısırlaşması, beden yapısının yaşlanması ile destek bulmaktadır. annenin kadınsal olandan giderek kaybettiği değerin yerine yeni bir şey koyulamaması ve dönüşümün kabullenilmemesi yada eksik/ yanlış kabullenişi insanlığın soylu ve haklı ideallerinin çelişkisini ortaya çıkarmaktadır. Kadının hafif, renkli ziğnetleri kendi üzerinde taşıyarak sürekli hale getirip kutsadığı kadınlığı giderek doğadan uzaklaşmakta ve kendi yarattığı nesillere gerçek olmaması gerek bir aşkı aktararak onların üzerinden kavramsal bir kısırlığı yaşar hale getirmektedir. Kadının yok olan bu üretkenliğinin bizim üzerimizde bıraktığı lanetli pay budur.




Kadınlığın erkeklikten, erkekliğin kadınlıktan koparılıp ayrıştırıldığı ve insan tanımının bu soytulamanın kapsamında ele alınışı devletin varlığı için bu kadar(?) gerekli olan manastırlarda her çağda tekrarlanmaktadır. Avrupada manastırlardan ve kiliselerden çıkamayan bu iğdiş edilmiş evlilik kurumu Amerikan özgürleşmesi ile kamusal mekana, çatılara, teraslara yayılmıştır. Kadınsal üretimdeki bu yok oluşun ve eksikliğin damıtılarak yoğunlaştırılmış halinin gözlerden uzak bir yere taşınması insan doğası için ne kadar anlamsız olduğu yaşanmış iki bin yıl üzerinden geçen yüzyılda anlaşılmışken kadın üretkenliğinin ve kadınsal hazzın abartılıp ekranlardan, yatak odalarına değin hakim kılınmasının aynı şey olduğu hala anlaşılmayacak mı?


Çok uzaklardaki bir şehrin semti değil bilakis çok yakınlarda pazar kurulan sokaktan gelen ses kadar yakın bir semtin pazarında köylü kadınlarının cilveli entarileriyle ve meyveleri örnekleyen kiraz dudaklarıyla salınırlarken, buraların insanından hiç kimsenin anlamayacağı bir sanayi devrimini yaşamış bacak arasındaki kıllar kadar sürekli bir kokuyu yayan yabani otların dehlizlerinde sürünerek avlanan herhangi bir oluşumu ortaya çıkaracağı muğlak tavrın yani o kırmızı tokalı ve sarışın hata esmer mavi gözlü dilberin içinde bulunduğu orospuluğun kendisinin kabul etmediği verme iç güdüsünü koluna yansıttığı pazusu gelişmiş çocukla hiç bir ilgisi olmayan içsel devinimlerin ardından başlayan ben neyim sorusunda takılıp kalmalarında öncelikli olarak kendilerini tanımamış olmalarının verdiği bir rahatlık ile kendi orospuluklarını yadsımalarının dışında ben orospu değilim diyen iç seslerinin doğrultusunda yürüyen sertleşmiş omurgalarıyla, keseceği nesneyi arasına emin bir şekilde alan bacaklarını ayırışındaki kaltaklık, onların yamalı entarilerine sürterek temizledikleri nasırlı elleri arasında pek bir fark olmamasının bu çağda yaşayan kimseyle alakasının olmadığının kabulü benim bir erkek olarak hiç birinizin baldırından bacaklarına kadar karmaşık süreçler olmayan bir istencin takibinde yaşamaksızın kendimi değilleyen bir kadın istemenin aşkla hiç bir örtüşür yanı olmadığını diretilmiş bir çocuk yapmanın sahte özgürlüğü altında sanayileşememiş bir tarım toplumunda erkekle kadının yuvarlandığı bağnazlık uçurumlarının ağızlarını daraltmak gerekliliğinin hala anlaşılamamasını bir kadına anlatacakken içindeki bir erkeğin fırlayıp bulunduğu kaldırım köşesinden Amerikan filmlerindeki aristokrat karakterlerin sahip olduğu alıştığımız romantik ifadelere karşın karşı cinsin arzulandığının ilk açıklandığı ritüel sahnesinin başlangıcında hiç beklenilmedik şekilde sikimi yala demesinin doğru hedefi vurması için yağlanan makine parçaları yardımıyla tüneller kazan sanayi toplumuna dönüşememiş bir tarım toplumunda ortaya çıkmış insan iktidarının kadın ve erkeğin kazma ve kazılma utkusunu doyuramadığında esrara bürünmüş kazma eylemi insanın temel iç güdüsü haline dönüşür yargısının feodal yaşam şartlarının yıkılmasına rağmen kentte üretmeden hiç bir sosyal desteği olmayan kadının/ erkeğin baskılanmış cinsellik arayışının bu adamın kaldırımdan ahlakın ardına gizlenmiş toplumsal korkaklığa başkaldırı şeklinde uzattığı sikiyle kalkması gibi bir kadının amını gizlemesinin dil içerisinde hadım edilmiş anlaşma şekillerini benimsememizin türbanla aynı derece sanayi toplumuna geçmeden tünel kazmanın ayıp olduğunun tam olarak anlaşılmış olması gerekir.





Kadın doğrulanmış bir şekilde kente sundukça kendini ele alınmış bir proje gibi okunmaya başlandı eski dar sokakların kıvrımları üzerinden. Kendisini doğruya adamış bir insanın temsili putlaştırılması kente kendini adamış bu kadınların babasız gezdirdikleri çocuklarının devlet babayla olan ilişkilerinde ki güven feodal toprak ağasının toprağı sahiplenmesiyle olan ilişkiyle içten içe birleşerek ve onu tamamı ile yok ederek sanayi toplumunu özgür sevişen bireylerine dönüşmüştür.

Sanayileşmişsen acı çekmediğin her ana farklı düşünüyor olsan da devlet eliyle işlevsiz hale düşürülmenin acısını yaşamadan iyi düşünürsün sanatçı olarak. Ve varlığın çevrende alelade yaşayan erkeklerin arasında bir kıvılcım, bir şekilde parlaya verir.



Özgürlüğün en yüksek mertebesinde ne kadın ne erkek her biri cinsel ve nitel anlamını kaybediverir. Tam bu anda sen elinde tuttuğun parlayan meşale ile hiç bir dönemde olmayacak kadar rahat bir şekilde yabancı kadınların bacak arasına kendi varlığını sokmaya başlarsın. Ulusal hiç bir kaygı gütmeden yaptığın bu üreme şeklinin adam olmayan bir adam olma sürecinin çocuk istemeyen düşük insanı olmakla bire bir aynı şey olduğunu kabul etmenin bir kadının bacakları arasından çekilmek kadar zor olduğunu yani tam kentin ortasından geçen bir metro ağının dinamitlenmesiyle tüm algı kapılarının yeniden kurulduğunu düşünmek hiç biriniz kabul etmese de tüm bu yolsuzluklarla aynı şey olacaktı.



Bu tünelin açıldığı sokak bitişinde toplanan kadınlı erkekli ve hatta yerli yabancı topluluklar feodal bir düzen içerisinde sanayi toplumunun getirdiği tüm cinsel özgürlükleri aynı anda ve aynı koşulla yaşamak isterken aslında mini etekli kadınların yarısından fazlasının bakire olduğu ve erkeklerinse doğru dürüst sevişmeyi bilmedikleri bir ortamda medeniyet nasıl doğrulanabilir. Bu İstanbul tüneler meydanının tüm seks sembolleri ile sanayi devrimiyle olan bağı devşirilmiş bir aydının orada bulunma ihtimalidir. Bu her tür arabesk yaratımın bize kazandırmış olduğu yeniden yaratım sürecinin batsın bu dünya ile yeniden sentezlenip yaşanabilir feodal bir sistem istemekten başka bir şey değildir. Bunun anlamı ise feodal toplum kuramından dönüşmüş sanayi toplumundan kaçarken feodal sevişme şartlarını düşmüş bir sanayi toplumunun yani öğrenci değişimleri ile kasabalarındaki minik okullarından İstanbul’un tünel meydanına gelmiş olan bu yabancı topluluğun acınacak hallerinden daha çok bizim kadınlarımız tarafından iğdiş edilmiş erkeklerimizin bu Katherina’lar karşısındaki acınacak tavırları tünel kavramını yeni bir algı sürecine sokmaktadır.



Kadının kent içinde babasız çocuk doğurmasını kolaylaştıracak önlemleri almış bir refah toplumu içerisinde yaşamamıza rağmen militarist, faşist sermaye ve din birlikteliği kadın ve erkeğin evlenmesini istemektedir. Oysa sanayi kentinde kadına ve erkeğe evlilik kurumunu kurmadan güvenli bir hayat mümkündür. Kadının ve erkeğin iğdiş edilmesine gerek yoktur.

Kıçın aslında kara organın kendisi olduğunun kabulünün oluşturduğu aydınlanma sonunda kıç taşıyan canlılara aldırış etmeden tüm kadınlığın doğurgan olduğu umudunun içerisinde anlamlı bir estetik bularak televizyonlardan toplum üzerine yansıtılan Amerikan devşirmesi Hadise’nin inanılmaz çekici bacaklarına yalnız kalan yüz binlerce erkeğin organlarının tüm asiliği ile bakmaları ile bir tane erkeğin ulaşabileceği kadar kalçaya bakmasından nefret duymayı içine sindirmiş toplumun erkeklerin hem cinsleriyle evlenmesinin önü açılırken sermayeye karşı oluşturulmak istenen güven toplumuna izin verilmediği bir çağda milyonlarca erkeğin bir kadının kalçasını, am denmekten kaçınılan, o kara organının gündelik yaşamdan yatak odasına değin iyilik, zariflik adına ahlak makasıyla koparılıp gizlenmiş organla birleştirilmesi isteğine odaklanması daha sapıkçadır yoksa bir erkeğin Beyoğlu tünel meydanında görebildiği tüm kadın kalçalarına şehvetle bakması mı daha sapıkçadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder