İzleyiciler

7 Mart 2010 Pazar

Şiir üzerine atıştırmalar

Şiir düşüncenin ses ile mücadelesidir. Düşüncenin sese karşı var olma mücadelesidir. Varlığın kendini ben olarak hissettiği belirlenemeyen süreçleri ile ortaya çıkan iç sesin bilinç altının kararlı yapısının üstünü örtmesi gibi tensel bir sürecin sonunda ortaya çıkan sesin düşüncenin duvarları haline gelmesi mutlak savaşın nedenidir. Duyular ile bizlere ulaşan tüm duyumlar, kokular ve sesler dünyanın tanımlanması için yeterli fiziksel veri yığınını oluştururken, içimizden her an bize doğru seslenen benin ve belirlenemeyen bir imin tüm iç sesleri anlaşılamaz, değerlendirilemez bir hal alır. Ben denileni herkes anlatabilir ama kim kendi benini daha iyi anlatabilir tüm mesele bu kadar açıktır. Sesin yayılmasındaki serbestlik düşüncenin karara bağlanmasına tanınmamış gibi gözükmektedir.“kendimi kaybettim”,
” kafam karışık”,”ne diyeceğimi bilemiyorum” sözleri muğlak bir durumu belirtirken kesinlikle tanımlı ve bilinçli ses öğeleridir. Ses, düşüncenin içine düştüğü tüm karmaşaya rağmen ortaya çıkacaktır. Sesin duyu hayatını doldurması düşüncenin tekrar bozulup, değillenip yeniden yaratılma sürecidir. Düşüncenin yaratım sürecine katılan aktörler sadece ses tellerinin ne çıkardığından habersiz ikincil süreçler değildir bilince sahip dış etkenler de düşüncenin beslenmesinde etkin rol oynamaktadır. Çünkü düşünce hareket ile vardır. Hareket edemiyorsan, hareket eden tek bir parça taşımıyorsan düşünemezsin. Kulakların işlevsiz kaldığı yerde dil, dilin olmadığı yerde beden, bedenin olmadığı yerde gözler düşünceyi ortaya çıkaracak hareketi tetiklerler. Düşünce başlı başına fiziksel bir harekettir. Ses titreşimleri ve elektronun hareketi düşünceyi, hayalleri ve hatırlama süreçlerini belirlemektedir. Ruhtan yada ruhun ne olduğundan bahsetmiyorum. Konum tamamen şiir ve onu yaratan düşünce ile ilgilidir. Hareketin varlığın var olma sürecinde bilincin olmazsa olmaz koşulu olduğunu kanıtlama işini fizikçilerin fareler üzerinde yapacakları deneylere bırakıyorum. Çünkü çağımızda ölülerin düşünemediklerine inanıyoruz. Aramızdan hiç kimse boşluğa seslenip biliyorum Descartes var olmasaydım da düşünüyor olurdum diye inançla seslenmiyor. En azından yatırların başında çaput bağlayan, el yüz süren insanlarımızın dışında kimse bunu yapmayı seçmiyor. Bu pagan inançlara sahip insanlar benin öldükten sonrada düşünebildiğine, dolayısıyla hareket edip artı değer oluşturabildiğine inanmaktadırlar. Bir beklenti içindedirler. Gerçek anlamıyla görünüşte gelenekselliğin ve köktenciliğin bir eseri olmakla birlikte içinde ilericiliğin bir ilk tipini taşımaktadır bu boş inanç. Maddenin, doğanın ve pagan tanrıların hareketli konuşan ve yaşayan dünyasından tek tanrılı dinlerin mutlak otoritesine gedişte ilk tiptir ebedi hareketin varlığına olan bu inanç. Bir gün ses olmadan özgürce kendini ifade edebileceğine olan inanç düşüncenin, içerde ses çıkartmaksızın sesle baskılananın, başkaldırısıdır. Konuşan doğaya karşın içimizde var olan bu sessiz doğanın tek umududur hareket olmadan düşünebilme isteği. Şiir bu başkaldırının kendisidir. Şiir düşüncenin sese karşı olan saldırısıdır. Bu saldırı şiiri de tanrı inancını da çok güçlü bir şekilde gereksinimlerinden dolayı var etmiştir.

Her gün kamaşmış gözler ile izlediğim gece gündüz ayrımı, kentin sesleri ve vaazlar kendi düşüncelerimi benim çıkardığım iç sesler kadar dağıtmamış, önüne setler inşa etmemiştir. Zihnin içinde her an neyin doğru olduğuna karar verme süreçleri, seçimler kıyaslar ve o karar anı ile ortaya çıkarılan hareketler, mimikler ve sesler düşünceyi tamamen şekillendirmesine rağmen bilinç altının yılmaz sadeliğini etkileyememektedir. Zaman içerisinde tüm kafa karışıklıkları, bilinç altının düşüncenin seslendirilen yalanlarına değillemelerle cevap vermesinin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu değillemeler ile karşılaşmayan, bu değillemeleri farketmeyen insan inanamaz ve şiir yazamaz çünkü bu değillemelerle karşılaşmayan bir ben var olamaz.

Modern şiir gerçeğin üstünü örten, onu çarpıtan ve zor algılanabilir hatta algılanamaz hale getiren ben sesine rağmen gerçeği, gizemin arasından söküp alma çabasıdır. Hece veznine ve sonrasında serbest vezne en büyük tepki ses ve müzik yoksunluğu eleştirisi olmuştur. Bir inanç ancak bu kadar iyi tanımlanır. Sesin müziği arasına yerleşen her türden anlatım geçmiş çağın bu zamana kadar üzerini kaplayan karmaşanın ve şaşanın altında kalmıştır. Renkler, süslemeler, saraylar, bahçeler, müzik ve inanç rütielleri gibi sese karşı başkaldırı olan şiirde sesin süslemeleri altında kalmıştır, kalmaktadır. Gündelik yaşantının politik öngörüsüzlüğü altında çarçur edilen düşünce dili en sade şekliyle kullanmıştır. Halk edebiyatının sadeliği buradan gelmektedir. Deyimler sesin arkasından sesle beraber kulağa sufle veren bir iktidara karşın sesin dalgaları arasından gerçekliği önümüze en sade şekliyle aktarır. Şeytan seslendirilenin içinde yer alır.

Şiirin içinde bir müzik aranması yada müziğin nasıl yapılacağına belli kurallar içerisinde karar verilmeye çalışılması tanıdık bir gelenekçiliğin eseridir. Bu gelenekçilik iyinin ve güzelin geçmişte olduğuna inandığından geçmişin yüceltilerek ve tekrar edilerek mükemmele ulaşılacağına inanır. Bu mimaride de devlet yönetiminde de böyledir, söz konusu gelenekselcilikse. Sesin üzerine kurulan bir gelenekte karmaşanın içinden alınıp aktarılacak bir sadelik ancak dikkatli bir tarih araştırmasından geçer ama ne yazık ki gelenekçiliğin olduğu yerde tarih anlayışından söz edemeyiz çünkü gelenekçilikte tarih geriye doğru işlemektedir ve geçmiş her an yaşamaktadır. İşte tarihin bu süreğen canlılığı tarihi yok etmektedir. Gelenekselciliğe göre geleceği tarih kurmaktadır oysa aydınlanmada tarihi gelecek kurmaktadır. Nasıl bir insan olmak istiyorsan ona göre davranmalısındır. Mekanın ve zamanın planlanması aydınlanma düşüncesi içinde gelenekselciliğe karşın yapılmıştır. Çünkü gelenekselcilikte geçmişin çok dikkatli bir şekilde izlenmesi sıkı bir çalışmayı, emeği, dikkati ve yüksek anlama becerisini gerektirirken zaaflar ön plana çıkmakta ve yaratım süreci seslerin senfonisine kendini bırakmaktadır. Ağızdan çıkanların yalanlarına şiirin heceleri gelenekselcilikte bu şekilde kapılmıştır.

Gotik sanat ile doruğa ulaşan süslemeli üretim, üretimde meydana gelen değişimlerin düşüncelerde yarattığı dönüşümle sorgulanmış ve sanayi toplumunun açık süreçleri içerisinde üzerinden kaldırılıp atılmıştır. Bu dönemde ortaya çıkan hece vezni seri üretim bantlarında üretilen mallar gibi düzenli ve sade ama kesinlikle yeni bir düşünce şeklinin, makineleşmenin yansımasıdır. Serbest vezin düşüncenin aktarımında her türlü kuralı ortadan kaldıran değili ile birlikte var olan bir söz dizim şekli ortaya çıkarmıştır. Bu söz dizim şekli düşüncenin fırtınalı savaşımında sesin aklı dumana boğan curcunasından yırtarak kurtaran yardım elidir. Düşünce bu yardım elinin umuduyla tanrıya sırt çevirmiştir ve bu yardım elinin kesilmesi ile düştüğü karanlıkta umudunu tanrıya bağlamış ve bağlayacaktır.
Gelecekte şiiri bekleyen tek sorun yardım elinin kesilmesidir çünkü bu anlaşılmaz süslemelerin, renklerin ve sessel yoğun dizgenin altında düşüncenin yok olacağı anlamına gelmektedir.
Teknolojinin ve çağın biliminin düştüğü durum bunun dışında açıklanamaz. Geri dönen bir süsleme ve tanrı inancı her yeri kaplamaktadır. Temel ve gerçek olmayan ihtiyaçlar üzerine kurulan meta üretimi yalan söyleyen bir sanatı ortaya çıkaracaktır. Bu sanat gerçeği olduğu gibi yansıtmaya çalışan sanattan başka bir şey değildir. Haberler yorumsuz, geleneğe göre şekillendirilecek, resimler bilgisayarlarda gerçekçiliğe öykünerek yapılacak ve akıllar daha büyük bir girdabın içine sürüklenecektir. Sesin kendine göre yarattığı gerçek olmayan gerçekçiliğine karşı gizemi sade olanla çıkarmaya çabalayanları despotizme, silahlanmaya ve para kazanmaya itecektir. Düşüncenin aydınlanma sese karşı sesi, paraya karşı parayı kullanmayı öğrenmek zorundadır bu onların tek silahı ve tuzağı olacaktır.

Bu yüzden aklı savunan dinamiklerin içine düştükleri bohemizimden kurtulup paranın iktidarını özlerini kaybetmeden parayla ele geçirmenin geleneğini kurmaları gerekmektedir. Matbaaya yüzyıllarca karşı çıkanlar bu gün tüm dünyada matbaayı ve tüm kitle iletişim araçlarını ele geçirmiş durumdadırlar. Şiirin buna karşı pasif direnişi büyük bir gericilikten başka bir şey değildir. Düşünce harekete geçmek zorundadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder